27 Ağustos 2007 Pazartesi

Nudibranch Salyangozu

Nudibranch kabuğu olmayan bir salyangoz türüdür. Bu salyangoz çok parlak renklere sahiptir ve son derece göz alıcıdır. Fakat bu özellikler hayvanlar için çok cazip olmasına rağmen çok az hayvan Nudibranchlar'la beslenir. Bunun sebebi Nudibranch'ın ısırgan hücreleridir. Bu hücreler hayvana iyi bir koruma sağlar. Nudibranch bu ısırgan hücreleri kendisi üretmez. Hyroid denen zehirli canlıları yer ve onları sindirim sisteminde öğütmez. Bu hayvanlar Nudibranch'ın sindirim sistemi içinde koruyucu mukusla kaplanır ve ısırgan hücre olarak ona bir koruma sağlarlar.
The Ocean World of Jacques Cousteau, s.28

Evrim teorisi, doğada vahşi bir rekabetin varlığını kabul eder. Bu durumda korunmasız bir canlının doğada derhal elenmesi gerekir. Korumasız bir hayvanın, kendisine deneme yanılma yoluyla bir koruma sistemi geliştirmek için vakti olmaz. Düşmanları terafından derhal saldırıya uğrayacak ve nesli tükenecektir.
Oysa bu salyangoz, şaşılacak bir davranış şekli göstermektedir. Bu sayede kendini düşmanlarına karşı koruyabilmektedir. Bu salyangoz, zehirli canlıları yediği zaman onları sindirmemekte, böylece kendisi bir zarar görmemektedir. Bununla da kalmayıp, Bunları bir mukusla kaplamakta ve vücudunda depolamaktadır. Böylece kendini düşmanlarına karşı korumaktadır.
Bir canlının böyle bir metabolizmaya sahip olması, kendisinin de bunun bilincinde olarak büyük bir cesaretle zehirli canlıları yemesi, bu sayede hayatta kalması, ne tesadüfle ne de deneme yanılma yolu ile açıklanabilir.
Nudibranch salyangozu tek başına tüm canlıların üstün bir akıl tarafından, Alemlerin Rabbi olan Allah tarafından yaratıldığının açık bir delilidir.

36/36- Yerin bitirdiklerinden, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) yücedir.

25 Ağustos 2007 Cumartesi

Kunduz

Kunduzlar, insanlar gibi su kanalları, ağaçtan kulübeler, yeraltı inleri ve özellikle akarsular üzerinde barajlar yaparlar. Bu barajların uzunluğu bazen 20 m.'yi bulur.
Wild Encounters Tale of Beaver, Karvonen Films Ltd.

Baraj inşaatı son derece teknik bir konudur. Çok önemli mühendiislik çalışmaları gerektirir. Bunun başlıca nedeni, suyun hareketli olduğu durumlarda son derece karmaşık bir akış özelliği göstermesi ve bulunduğu kabın veya yatağın çeperine uyguladığı kuvvetlerin hassasiyetle hesaplanamamasıdır.
Diğer önemli nedenlerse, akan suyun beraberinde kum ve çakıl sürüklemesi ve bunların miktarının suyun süretine bağlı olarak değişmesidir. Böylece su, hızlandığı noktalarda çevresini aşındırır, yavaşladığı yerde ise taşıdığı bu malzemeleri biriktirir. Böylece aktığı yatağın sürekli olarak şeklini değiştirir. Bu da baraj inşaatlarını tümüyle zorlaştırır.
Modern mühendisliğin çalışmaları ile inşa edilmiş pek çok baraj zaman içinde yıkılmış veya bu sebeplerden kullanılamaz hale gelmiştir.
Durum böyle iken kunduzların, hem de bu konuda hiç bir eğitim almaksızın mükemmel baraj inşaatları yapabilmeleri, hem de bu barajların, içinde yuvalarını kurup yavrularını büyütecek kadar güvenilir olmaları gerçek bir mucizedir.
Kunduzlar, küçük gövdeleri ile dev ağaşları keserek suyun akış yolu üzerinde diledikleri noktaya devirebilmekte, bunların arasını dallarla örerek suyun akışını kontrol altında tutabilmektedirler. Böylece diledikleri derinlikte bir baraj gölü inşa edebilmektedirler. Bazen bu çalışmaları, bir akarsuyun yatağını değiştirebilecek kadar ileri gidebilmektedir.
Küçücük bir canlının hiç bir eğitim almaksızın başarılı bir baraj inşaatı yapabilmesi gerçekten şaşılacak bir durumdur. Ama bundan daha şaşkınlık verici olanı, evrim teorisi savunucularının, kunduzların bu inşaatları tesadüfler sonucunda yapabildiklerini savunmalarıdır. Oysa tek bir kunduz bile, tüm canlıların Alemlerin Rabbi olan Allah tarafından yaratıldığının kesin bir delilidir.

6/102- İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka ilah yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır, öyleyse O'na kulluk edin. O, her şeyin üstünde bir vekildir.

23 Ağustos 2007 Perşembe

Ateş Böceği

Ateş böceklerinin yaydıkları ışığın en önemli özelliği, ateşle ve sıcaklıkla ilgisinin olmamasıdır; buna "soğuk ışık" denilir. Bu, günümüzdeki aydınlatma teknolojisinin ulaşmaya çalıştığı bir hedeftir. Normal bir ampul, elektrik enerjisinin ancak %3-4'ünü ışığa dönüştürüp, kalan kısmını ısıya dönüştürür. Ateş böcekleri ise %100 bir verimle ışık üretirler.
Bilim ve Teknik, Sayı 239, s.10

Edison’un ampulu icat ettiği günden bu yana bilim adamlarının tüm çalışmaları daha az ısı üreten ve daha fazla ışık veren, yani daha verimli ampuller üretmek üzerine yoğunlaşmıştır. Klasik bir ampul %4-5 arası ışık verimi sağlarken, yeni ampuller %70-80 verimlerre ulaşabilmektedir. Ancak kalan %20’lik fark ısı olarak açığa çıkmakta, özellikle klima ile soğutulması gereken ortamlarda bu kayıp misliyle yükselmektedir. Ancak modern bilimin bugün gelebildiği nokta budur. %100 verimli bir ampul ise henüz halen hayaldir. Ancak evrim teorisi savunucuları, küçücük bir böceğin bunu milyonlarca yıl önce tesadüfen bulduğunu ve bu sayede %100 verimle ışık üretebildiğine inanmaktadırlar. Üselik bunu küçücük gövdelerinde sadece ot yiyerek sentezledikleri enerji ile başarmaktadırlar. Ayrıca kullandıkları mekanizma o denli karmaşıktır ki, bilim adamlarının elinde bu canlı örnek olmasına karşın, günümüz teknolojisi ile bunu taklit ederek endüstriyel olarak üretmeyi halen başaramamışlardır. İşte evrim teorisi savunucularının iddiaları bu denli akıl dışıdır.
Ateş böceğinin %100 verimle ışık üretmesini sağlayan mekanizma, tüm diğer canlılar gibi, Alemlerin Rabbi olan Allah tarafından yaratılmıştır.

5/17- Andolsun, "Şüphesiz, Allah Meryem oğlu Mesih'tir." diyenler küfre düşmüştür. De ki: "O, eğer Meryem oğlu Mesih'i, onun annesini ve yeryüzündekilerin tümünü helak (yok) etmek isterse, Allah'tan (bunu önlemeye) kim birşeye malik olabilir? Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin tümünün mülkü Allah'ındır; dilediğini yaratır. Allah her şeye güç yetirendir.

20 Ağustos 2007 Pazartesi

Termit Yuvaları

Avustralya'da yaşayan bir termit türünün yuvalarının yassı tarafları doğu ve batıyı gösterecek şekilde inşa edilmiştir. Bunun sebebi ise; Güneş doğudan doğduğunda termit yuvalarının doğuya bakan kısmının güneş ışınları ile ısınmasını sağlamaktır. Güneş batacağı zaman da yuva diğer taraftan yine aynı ışınları alacak ve ısınacaktır. Ama Güneş'in en sıcak olduğu öğlen vakti ışınlar yuvaya tepeden gelecek ve küçük bir bölüme isabet edecektir. Termitler böylelikle bütün gün yuvalarının ısısını ayarlamış olurlar.
Nat. Wildlife Fed., Ranger Rick, Ocak 1993

Modern mimaride, güneşin binanın konumuna göre yıl içindeki hareketleri oldukça önemlidir. Güneş, yanlızca sıcak tutmaz, aynı zamanda dezenfekte eder ve insan pskolojisi üzerinde olumlu etkide bulunur. Ancak buna rağen günümüzde inşa edilen pek çok binada bu duruma özen gösterilmemektedir.
Oysa termitler, ilk varoldukları günden itibaren yuvalarını güneşten en uygun şekilde faydalanacak konumda kurmakta ve yerleştirmektedirler. Özellikle yuvva ısısı termitler için hayatidir. Larvaların başarıyla olgunlaşabilmesi ve yavruların büyüyebilmesi ancak uygun sıcaklıklarda mümkün olur. Ayrıca termitler yuvalarında tarım yaparlar. Burada bazı çeşit mantarları yetiştirirler. Bu mantarlar da belli sıcaklıklara ihtiyaç duymaktadırlar. Böylece bir termit yuvasında her mevsimde, günün her saati belli sıcaklık derecelerinin sağlanması gerekmektedir. Üstelik bunu yaparken termiklerin ısıtma, klima, elektrikli fanlar kullanma gibi imkanları da yoktur. Ancak onlar mimari başarıları sayesinde tüm bu güçlüklei aşabilmektedirler.
Termitlerin bu mimari başarılarını termitlerin kendi becerileri olarak görmek, bunları zaman içinde tesadüfen kazandıklarını düşünmek, ya da termitlerin şuurlu birer canlı olarak bilimde ve teknolojide ilerlediklerini düşünmek hiç akılcı olmaz. Başarısız her termit yuvası, kayıp bir termit kolonisi demektir. Dolayısı ile ilk termit yuvası da tüm bu teknik özelliklere sahip olmalıdır. Üstelik ik termit yuvası da son yuva ile aynı özelliklere sahiptir ve hiç değişim göstermemiştir. Yani termitler bilimde ve teknolojide ilerleyen şuurlu canlılar değillerdir ve bu özellikleri zaman işçinde tesadüfen de kazanmamışlardır.
Sadece termitler incelendiğinde dahi açıkça görülmektedir ki, tüm canlılar eksiksiz ve mükemmel olarak Alemlerin Rabbi olan Allan tarafından yaratılmışlardır ve Allah’ın kendilerine ilham ettiği şekilde davranmaktadırlar.

6/14- De ki: "O, gökleri ve yeri yaratırken ve O, (hep) besleyen (hiç) beslenmezken, ben Allah'tan başkasını mı veli edineceğim?" De ki: "Bana gerçekten müslüman olanların ilki olmam emredildi ve: Sakın müşriklerden olma." (denildi.)

17 Ağustos 2007 Cuma

Böcekler ve Kitin Kabukları

Böceklerin vücutlarını kaplayan örtü, hareketi sağlayan eklemler dışında serttir ve esnek de değildir. Böcekler "kitin" denilen bir maddeden oluşan ve esnek olmayan bu kabuk yüzünden, ancak zaman zaman bu dış iskeletlerini atarak büyürler. Kabuğun altındaki yeni iskelet başlangıçta yumuşaktır. Bu özel bir durumdur. Bu sayede böcek kabuk katılaşmadan önce büyümek için kısa bir süre kazanmış olur. Böcekler tekrar büyümek için ikinci kabuk değiştirme işlemini beklemek zorundadırlar.
Hayvanlar Ans., C.B.P.C Publishing, Böcekler, s.6

Böceklerin derileri aynı zamanda iskelet vazifesi de görmektedir. Bu kabuksu yapıyı sertleşmiş bir deri olarak tanımlamak imkansızdır. Bu kabuk deriden çok daha fazla görev üstlenmektedir.
Bir iskelete sahip olan canlılarda, tüm kaslar tendonlar vasıtası ile kemiklere tutunutken, böceklerde tüm kaslar bu kabuksu deriye tutunmakadır. Yani evrimci mantıkla, bu kabuğu sertleşmiş bir deri olarak tanımlamak imkansızdır. Bu kabuk, hayvanın tüm bedeni ile aynı anda tasarlnmış olmak zorundadır.
Evrim teorisi savunucularının böcekler konusundaki açmazı bununla da sınırlı kalmaz. Şayet bu sertleşmiş bir deri olsaydı, böcek hiç bir zaman büyüyemeyecek ve ölecekti. Ancak bu kabuğu yaratan Allah, onu değiştirmek suretiyle böceğin büyüyebileceği bir mekanizmayı da birlikte yaratmıştır. Tek bir böcek örneğinde dahi açıkça görülmektedir ki, tüm canlılar, eksiksiz ve mükemmel olarak Alemlerin Rabbi olan Allah tarafından yaratılmışlardır.

3/191- Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru."

16 Ağustos 2007 Perşembe

Malayan Mantis Böceği

Nadir bulunan Malayan mantis böceği, bir böcek yiyicidir. Pembe orkideleri taklit eder ve nektar arayan böceklerle beslenir. Düşmanları olan kuşlar ve kertenkeleler onu bir çiçek olarak algılarlar. Bacaklarının kalkık kenarları adeta çiçeğin taç yaprakları gibidir. Böceğin göğüs kısmının yeşil kenarlarıysa çiçeğin sapı gibidir. Ayak kısımlarındaki kahverengi izler ve karın kısmıysa, çiçeğin solmuş kısımları gibi gözükmektedir. Bazı durumlarda böcek, çiçeğin rüzgarda sallanmasına benzer bir şekilde rüzgar esiyormuş gibi sallanabilmektedir.
Nat. Geo. Soc., The Marvels of Animal Behavior, s.38

Canlılardaki üstün fiziksel özellikleri, evrim teorisi savunucuları, uzun zaman zarfında tesadüfler sonucu meydana gelen küçük değişimlerle kazanılmış yapılar olarak tanımlarlar. Fakat açıklayamadıkları konu, bu canlıların bu mevcut yapılarının çok iyi farkında olup bunu lehlerine kullanıyor olmalarıdır.
Bir böcek tesadüfler sonucu zaman içinde bir bitkiye benzese, böcek zekasıyla bunu nasıl değerlendiebileceğini bilmesine imkan yoktur. Kaldı ki tüm yaşamı bu özelliğine bağlı olan bir canlının, bu dış görünüme kavuşmak için uzun yıllar beklemeye sabrı yoktur.
Mantis böceğinin vesilesi ile de açıkça görülmektedir ki, tüm canlılar tek bir Yaratıcı tarafında ekisiksiz ve mükemmel olarak yaratılmışlardır. Onları yaratan ve nasıl davranacaklarını ilham eden, Alemlerin Rabbi olan Allah’tır.

3/190- Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır.

15 Ağustos 2007 Çarşamba

Pulex Irrıtans (Pire)

Sadece 3 mm. uzunluğunda olan Pulex irritans'lar (insan pireleri) 19.7 cm.'ye ulaşan yatay atlayışlar yapabillirler. Yani pireler kendi uzunluklarının 100 katından daha uzun mesafelere atlayabilmektedirler. İşte pireler bu eşsiz sıçrama güçlerini, "rezilin" denilen lastiksi bir proteinden elde ederler. Rezilin gövdeyi sarıp destekleyen ve kasların hareket için dayanak yaptığı yapıları oluşturan dış iskelette öbekler halinde yer alır. Pire sıçramak istediğinde arka bacaklarındaki kaslarını gerer. Bu da, kasların bağlı olduğu üst derideki bir rezilin öbeğini sıkıştırır. Daha sonra bu enerji, bir anda tümüyle boşalarak arka bacaklara büyük bir yaylanma gücü sağlar ve pireyi havaya fırlatır.
Görsel Bilim ve Teknik Ans, Cilt 4, s.1118

Evrim teorisi savunucuları, tüm diğer canlılar gibi pirelerin de tesadüfler sonucu meydana geldiklerini iddia etmektedirler. Sadece üç milimetre boyundaki bu canlının içinde saklı bulunan teknoloji akıllara durgunluk verecek seviyededir. Günümüz teknolojileri ile bu canlıları taklit etmek bir yana, tek bir özelliğini dahi tekrarlamak mümkün olmamaktadır. Kaldı ki pirenin tüm bu becerilerini sadece kan içerek buradan elde ettiği enerji ile yapabiliyor olması, karşı cinsle birleşerek kendini çoğaltabilmesi, teknolojinin hayal dahi edemeyeceği özelliklerdir.
Tüm bu özelliklerin kör tesadüfler sonucu kazanıldığını düşünmek aklı selim bir insane için olacak iş değildir.
Pire de diğer tüm canlılar gibi eksiksiz ve mükemmel olarak Alemlerin Rabbi olan Allah tarafından yaratılmıştır.

Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen,
hüküm ve hikmet sahibi olansın. (Bakara Suresi, 32)

14 Ağustos 2007 Salı

Çardak Kuşu

Avustralya ve Yeni Gine'de yaşayan çardak kuşları ise yuvalarını süslemeleriyle tanınırlar. Bu kuşların bir türü olan Saten çardak kuşu ise gerçek bir "mimari ustası"dır. Bir güvercin boyutlarındaki erkek çardak kuşu yuvasını oluşturmak için topladığı yüzlerce ince dalı karşılıklı iki sıra olacak şekilde diker. Böylece bir çardak oluşturur. Çardağın önünde çevreden topladığı eşyaları yığar. Bunlar bir kelebek kanadı, kuş tüyü, araba anahtarı veya bir paket olabilir. Özellikle mavi renkteki cisimlere karşı özel bir ilgisi vardır. Çardak kuşunun dekorasyonu bunlarla da bitmez. Çardak kuşu yuvasının duvarlarını boyar. Üstelik boyasını da kendisi elde eder. Nasıl mı? Bitki özleri ile veya salgısıyla karıştırdığı kömürle boyar. Ağzında çiğnediği bir parça ağaç akabuğu ile de dalların oluşturduğu duvarına sıva yapar.
Nat. Geo. Soc., The Marvels of Animal Behavior, s.297

Hayvanlarda sıkça görülen karşı cinsi etkileme çabaları da evrim teorisinin açıklayamadığı davranış biçimlerindendir. Zira evrim teorisi, canlılardaki değişimlerin tesadüfler sonucu meydana geldiğini ve bunlardan işe yarayanların korunarak diğer nesillere aktarıldığını iddia etmektedir.
Ancak hiçbir tesadüfi mekanizma, çardak kuşunun mimarideki bu ustalığını açıklayamaz. Çardak kuşu dalları örebildiği gibi, farklı yöntemlerle boya üreterek bunları renklendirebilmekte, farklı cisimler toplayarak bunları süsleyebilmektedir. Ancak tek başına bu becerilere sahip olması ona bir üstünlük sağlamaz. Bunun bir üstünlük haline gelebilmesi için dişi çardak kuşunun da bu beceriyi takdir edebilecek kabiliyete sahip olmalıdır. Ancak bu sayede erkek çardak kuşu bir dişiyi yuvasına çekebilecektir.
Aynı yuva pek çok hayvan türü için hiç bir anlam ifade etmezken dişi çardak kuşunda bir beğeni oluşturmasıö bunun da erkek çardak kuşunun bu çalışmaları ile eş zamanlı olarak meydana gelmesi, tesadüflerle, küçük değişikliklerle meydana gelen evrimle açıklanabilecek bir durum değildir.
Çardak kuşunun bu davranış şeklinde de açıkça görülmektedir ki, tüm canlılar, sahip oldukları tüm özelliklerle birlikte aynı anda ve eksiksiz olarak yaratılmışlardır. Onları yaratan ve nasıl davranacaklarını ilham eden, Alemlerin Rabbi olan Allah’tır.

2/54- Hani Musa, kavmine: "Ey kavmim, gerçekten siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz. Hemen, kusursuzca yaratan (gerçek ilah)ınıza tevbe edip nefislerinizi öldürün: bu, yaratıcınız katında sizin için daha hayırlıdır" demişti. Bunun üzerine (Allah) tevbelerinizi kabul etti. Şüphesiz O tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.

13 Ağustos 2007 Pazartesi

Dağ Sıçanları ve Kış Uykusu

Dağ sıçanları sonbaharda kış uykusuna yatarlar. Bunun için yuvalarındaki odacıklardan birine çekilerek, yuvanın ağzını toprakla kaparlar. Sonra bedenlerini yuvarlayarak bir top halini alır ve derin bir uykuya dalarlar. Dağ sıçanlarının solunumu hemen hemen 'durdu' denecek derecede yavaşlar. Sıçanlar normal zamanlarda dakikada 262 defa soluk alırken, kış uykusuna
yattıklarında bu sayı 14'e düşer. Bu arada vücut ısıları da yavaş yavaş 140C ile 40C'ye iner. Oysa hayvanın normal vücut ısısı 370-400C arasındadır.
Hayvanlar Ans., C.B.P.C Publishing, Memeliler, s.241

Evrim teorisi, ancak bulundukları çevreye adapte olabilmiş canlıların varolma savaşını kazabileceklerini, diğerlerinin ise doğal seleksiyon sürecinde yenik düşerek türlerinin yok olacağını iddia etmektedir.
Oysa kış uykusuna yatan canlılar, bu anlamda yaşadıkları ortama adapte olamamış canlılardır. Yoğun kış şartlarında hayatta kalmaları mümkün olmaz. Bu durumda ilk kış mevsiminde tümünün ölerek nesillerinin tükenmesi gerekmektedir.
Ancak yer yüzündeki tüm canlıları yaratan Allah, onları da yaşadıkları ortama tümüyle uygun olarak yaratmıştır. Bu amaçla onlara kış uykusu gibi son derece karmaşık bir metabolizma yapısı vermiştir. Kış uykusuna yatan bir canlı yaşam fonksiyonlarını neredeyse durdurarak bir sonraki bahara kadar yer altındaki yuvasında yaşamını sürdürebilmektedir.
Normal bir canlının derhal öleceği şartlarda, kış uykusuna yatan bir canlı hayatta kalabilmektedir.
Kış uykusu, sadece metabolik bir değişiklik değildir. Bunun yanı sıra canlının sosyal olarak da öncesinde ve sonrasında bu bilinçle hareket etme zorunluluğu vardır. Örneğin kendisine önceden bu amaçla bir yuva hazırlamak, yuvanın kış boyunca makul bir ısıyı koruyabileceğini temin etmek, güvenliğini sağlamak ve kış boyunca kendisine yetecek kadar vucudunda yağ depolamak. Tüm bunlar kış öncesinde uzunca bir çalışmayı gerektirmektedir.
Kış uykusu örneğinde de görüldüğü gibi, bir canlının bulunduğu ortama uyum sağlaması tesadüflere bırakılamaz ve zamana yayılamaz. Aksine her canlı çok detaylı bir tasarım ürünüdür ve ancak üstün bir akıl tarafından yaratılmıştır. Bu Yaratıcı Alemlerin Rabbi olan Allahtır.

2/21- Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki sakınasınız.

Karıncalar ve Yaprak Bitleri

Karıncalar yaprak bitlerini evcilleştirirler. Yaprak bitlerinin salgıları ile beslenen karıncalar, onların her türlü bakımları ile ilgilenirler. Onları düşmanlarına karşı korurlar. Örneğin uğur böcekleri ve eşek arılarının yaprak bitlerinin yakınına bıraktıkları yumurtalarını yerler. Yaprak bitleri de bu bakımın karşılığı olarak karıncaların ihtiyaç duydukları, tatlı sıvıyı almalarına izin verirler.
Hayvanlar Ans., C.B.P.C Publishing, Böcekler, s.12

Canlılar arasında ortak yaşam, doğada sıkça görülebilmektedir. Ortak yaşam, evrim teorisinin iddialarını tam olarak çürüten bir davranış biçimidir.
Karıncalar ile yaprak bitlerinin örneğide olduğu gibi, b iki tür neslinii sürdürebilmek için birbirlerinin varlığına ihtiyaç göstermektedirler. Üstelik birbirlerinin bu özelliklerini nasıl kullanacaklarını da bilmek zorundadırlar.
Diğer canlı türlerini evcilleştirmek, onların bakımını üstlenmek, beslenmelerine yardımcı olmak, düşmanlarına karşı korumak, son derece gelişmiş bir zekayı, bilgi birikimini ve sosyal yapıyı gerektirmektedir. Bu bilgi ve beceriyi karıncaların evrim sürecindeki tekamülü ve şahsi kabiliyetleri olarak değerlendirmek, karıncalara olağanüstü bir medeni gelişmişlik seviyesina sahip olduklarını kabul etmek anlamına gelir. Bu durumda, milyonlarca yıl önce bu medeniyet seviyesine erişen karıncaların, evrim teorisinin kabullerine uygun olarak gelişimini sürdürmesi ve günümüzde, sosyal hayatta hatta bilim ve teknikte büyük ilerlemeler kaydetmesi gerekmektedir. Oysa doğada durum hiç bir zaman bu şekilde olmaz. Tüm canlılar Allah’ın kendilerini yarattığı şekilde varoluşlarını sürdürmekte ve Allah’ın kendilerine ilham ettiği şekilde yaşamaktadırlar. Ve bu durum, evrim teorisinin iddialarının aksine olmak üzere milyonlarca yıldır süregelmektedir.

16/68- Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin.
16/69- Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır.

9 Ağustos 2007 Perşembe

Yer Sincapları

Yer sincapları doğadaki en becerikli mimarlardandırlar. Kazdıkları tüneller bunun en açık kanıtıdır. Bu tünellerin girişinde göze çarpan toprak öbekleri araştırmacılar tarafından değişik şekillerde yorumlanmaktadır; gözetleme noktası, korunak gibi…
Uzunlukları 10-30 m. arasında, derinlikleriyse 1-5 m. arasında değişen bu tüneller U şeklinde olduklarından iki girişleri vardır. Kimi zaman bir üçüncü girişin görüldüğü de olur. İki tip tünel girişi vardır: Yayvan yapıda olanlar ve volkan ağzını andıranlar. Araştırmalarla saptanmış bir durum da yayvan şekildeki bir girişin her zaman volkan şeklindeki girişe bağlı olduğudur. Daha ilginç olan noktaysa bu iki ağız arasında bir havalandırma sisteminin bulunmasıdır. Eğer havalandırma sistemi olmasaydı kuşkusuz bu ilginç hayvanlar yerin altında yaşama olanağı bulamazlardı; oysa 0.45 m./sn'lik bir rüzgarın 10 dakika içinde tamamen havalandırılabildiği kusursuz tünel sistemi sayesinde rahatça yaşayabilmektedirler.
Görsel Bilim ve Teknik Ans., Cilt 9, s.3029

Yapilarda, özellikle yeraltı yapılarında en kritik konulardan biri de havalandırmadır. İyi bir havalandırma sisteminin kurulabilmesi için detaylı bir mühendislik çalışması gerekmektedir. Ancak ince hesaplar sonucunda başarılı bir havalandırma sistemi kurulabilmektedir ve farklı her yapı için bu hesaplar tekrarlanmalıdır. Aksi takdirde yapının içinde istenmeyen hava akımları veya havalandırmanın yetersiz kaldığı ölü alanlar oluşabilmekte, ısıtma ve soğutma problemleri çıkabilmektadir. Karmalık yapılarda bazen bu amaçla bilgisayar simulasyonları dahi yapılabilmektedir.
Havalandırma sorunu en fazla yer altı yapılarında, özelliğkle de tünellerde ortaya çıkmaktadır. Sadece bu yüzden dünyada her yıl pek çok madenci örneğin metan gazı birikmesi sonucu meydana gelen grizu patlamalarıyla hayatını kaybetmekte, pek çoğu ise havalandırma yetersizliğinden kaynaklanan kötü koşullar nedeni ile uzun dönemde kalıcı olarak sağlığını yitirmektedir.
Özellikle dikkat edilmesi gereken konu ise, bu sözünü ettiğimiz insan yapısı tüm yapılarda cebri havalandırma kullanılıyor olmasıdır. Yani örneğin bir elektrik motoru vasıtası ile çalıştırılan vantilatörler bu görevi üstlenmektedir.
Evrim teorisi savunucularının en gelişmiş hayvan türü olarak tanımladığı insanlar için durum bu şekildeyken, bir sincapın karmaşık bir tünel yapısının içinde mükemmel bir havalandırma sistemi kurabilmesi tesadüflerle açıklanamaz. Hele ki hiç bir eğitim almadıkları halde tüm yer sincaplarının bunu başarabiliyor olması, hiç bir şekilde tesadüf kelimesi ile açıklanamaz.
Onlarca metre uzunluğunda ve daracık bir tünelin içini sadece 0.45 metre/saniye gibi yavaş bir rüzgarla 10 dakika gibi kısa bir sürede temiz hava ile doldurabilmek mükemmel bir mühendislik örneğidir.
Bu tüneller bir yer sincapının düşmanlarına karşı korunabilmesi için elzemdir ve varolmadıkları takdirde yer sincapları da yaşamlarını sürdüremezler. Yani böyle bir çalışma uzun yıllara yayılan deneme yanılma yolu ile edinilebilecek bir tecrübe değildir. Kaldı ki yer sincaplarının akıl kullanmak suretiyle mühendislik biliminde ilerlediklerini kabul etmek de akılcı değildir.
Bir yer sincapının bu başarısı bile açıkça göstermektedir ki, canlılar, tüm fiziksel özellikleri ve becerileri ile bir bütün olarak eksiksiz ve mükemmel bir şekilde üstün bir akıl tarafında, Alemlerin Rabbi olan Allah tarafından yaratılmışlardır.

3/191- Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru."

Sungrebe Kuşu

Sungrebe kuşunun yavruları yumurtadan 10-11 gün gibi çok kısa bir süre sonra çıkarlar. Bu yüzden az gelişmişlerdir ve diğer su kuşlarından ayrı olarak kör ve çıplaktırlar. Bu yüzden Grebe kuşları yavrularını taşımak için kuşlar alemindeki en sıradışı metodu kullanırlar. Erkeğin kanatlarının altındaki derisinin üstünde semer benzeri keseler bulunur, erkek kuşlar yavrularını korumak için bu keselerde taşırlar. Minik Grebe yavruları, erkeğin her iki yanındaki keselere bilinmeyen bir şekilde ulaşırlar. Erkek kuş, yavrular kanatlarının altındaki keselerde dururken bile uçabilir. Hem uçup, hem de yavrularını taşıyan başka hiçbir kuş bilinmemektedir.
David Attenborough, The Life of Birds, s.256

Erken doğum, çoğu zaman ölümle sonuçlanan bir anomalidir. İnsanlarda erken doğum, modern tıbbın desteğine rağmen, ölümle sonuçlanabilmekte veya kalıcı sakatlıklara neden olabilmektedir.
Bir su kuşu gibi zayıf bir canlı, hele ki yuvasını yerde yapıyorsa, bunu çok iyi koruyabilmeli, yavruları da yumurtadan çıktıkları andan itibaren tehlikelere karşı korunabilecek donanıma sahip olabilmelidirler. Böyle bir kuşun yavrularının yumurtadan düzenli olarak erken çıkması ve kendini korumak bir yana tek başına yaşamını sürdürmekten aciz olması, normal şartlarda bu canlının neslinin kısa sürede sona ermesiyle sonuçlanmalıdır.
Ancak durum böyle olmaz. Evrim teorisinin savunucularının iddialarının tersine olmak üzere, canlılar doğada bir gelişim mücadelesi vermemişler, tüm donanımlarıyla eksiksiz ve mükemmel olarak yaratılmışlardır. Sungrebe kuşunun erkeği de, erken yumurtadan çıkan yavrularla eşzamanlı olarak, kanatlarının altındaki keselerle birlikte yaratılmış, onu yaratan Allah kendisine kanatlarının altında yavrularıyla birlikte kanat çırpıp uçabilecek gücü vermiş ve en az bunlar kadar önemli olmak üzere, yavrulara bu keselerin içine tırmanıp girmeyi, babalarına da onları yadırgamamayı ilham edip öğretmiştir. Tüm bu mükemmel yapı ve davranış şekli asla tesadüflerle ve zamana yayılmış tekamülle açıklanamaz. Sungrebe kuşu da tüm diğer canlılar gibi Alemlerin Rabbi olan Allah tarafından eksiksiz ve mükemmel olarak yaratılmıştır.

6/73- O, gökleri ve yeri hak olarak yaratandır. O'nun "ol" dediği gün (her şey) oluverir, O'nun sözü haktır. Sur'a üfürüldüğü gün, mülk O'nundur. O, gaybı ve müşahede edilebileni bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, haberdar olandır.

Riftia pachyptila

Riftia pachyptila, derin deniz diplerinde yaşayan bir solucandır ve en ilginç yanı sindirim isteminin olmayışıdır. Ayrıca çok ilginç bir beslenme şekli vardır. Riftia'nın gövde boşluğunu dolduran dokunun, aslında kükürt kristallerine yapışmış hücre içi bakteri yığınları olduğu anlaşılmıştır. Bu bakterilerle solucan arasında çok iyi bir işbirliği vardır. Solucanın solungaçları ile aldığı sıvı, kükürt ve oksijence zengindir. Bu maddeler kan yoluyla gelerek solucanın vücudundaki bakterilerin organik bileşikler yapmasını sağlar. Solucan besin olarak bu organik maddeleri kullanır. Solucanın karbondioksit, azotlu maddeler vs. gibi metabolizma artıkları da tekrar bakterilerce alınarak besine çevrilir.
James. L. Gould, Carol G. Gould, Olağandışı Yaşamlar, s.65

Evrim teorisini yalanlayan önemli delillerden biri de birlikte yaşamdır. Canlıların uzun sürelere yayılan küçük değişimler sonucunda geliştiklerini savunan evrim teorisi, birden fazla canlının bu yaşamları için elzem olan bu kadar çok ve birbirine bağımlı değişimi nasıl geçirdiklerini ve bunu birlikte ve uyum içinde kullanmayı nasıl öğrendiklerini açıklayamamaktadır.
Bu solucanın örneğinde görüldüğü gibi, normalde yaşama elverişli olmayan bir ortamda iki canlının ortak çalışması sonucunda birbirlerine yaşam imkanı sağlayabilmektedirler. Zira kükürt ve oksijence zengin su demek aslında sülfrik asit yüklü su demektir. Böyle bir su yaşam için elverişli değildir. Bu solucan kendisini sülfrik asite karşı koruyabilse dahi, ortamda beslenebileceği yiyecekleri bulamayacaktır. Yani yaşamını devam ettirmesi mümkün olamaz. Aynı şekilde bakteriler de, kükürt ve oksijenin yanı sıra farklı organik bileşikleri üretebilmek için azotlu maddelere ve karbondiokside ihtiyaç duyacaklardır. Yanı mevcut ortam onların yaşaması için de uygun değildir. Bu solucan bakterilere vucudunun içinde yaşam alanı sağlayarak aslında bir nevi iç tarım yapmaktadır veya vücudunda işçi çalıştırmaktadır. Bu sayede iki canlı birbirlerinin ihtiyacı olan besinleri birbirleri için üretirler. Veya başka bir deyişle, birinin artığı bir diğeri için besin olur.
Bu kadar hassa bir denge şüphesiz ki tesadüfler sonucu kurulamaz. Öyle ki, iki canlının da birbirlerinin artıklarından başka hiç bir besine ihtiyaçları yoktur ve birbirlerinin ihtiyaçlarını tam olarak karşılarlar. Bundan dah mucizevi olanı da bu iki canlının bu iki özelliği birleştirecek bilgi ve beceriye sahip olmalarıdır. Yani sindirim sistemi olmayan bir canlı, bu sülfrik asitli suları seçecek, bu ortamda zarar görmeyecek, söz konusu bakterileri bünyesine alacak, onları orada zarar gürmeyecekleri şekilde barındıracak ve sürekli olarak dıiarıdan kükürtlü su ile besleyecektir.
Böyle bir dengenin ancak çok üstün bir aklın eseri olarak ve birlikte yaratıldığı son derece açıktır. Bu üstün akıl, Alemlerin Rabbi olan Allah’tır.

2/117- Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir.

Fenerbalığı

Fenerbalığının erkeği dişisinden 10-15 kat daha küçüktür. Denizin derinliklerinde yaşayan erkek fenerbalığı, daha yavru iken dişlerini kaybeder ve açlıktan ölme tehlikesiyle karşılaşır. Bu yüzden en kısa zamanda bir dişi bulmak zorundadır. Erkek, kafatasının dörtte birini kaplayan çok iri burun delikleri sayesinde dişilerin salgıladığı "feromenleri" (bir tür salgı) algılar. Bu şekilde dişi balığı bulur ve kıskaçları ile ona tutunur. Bundan sonra inanılmaz bir olay gerçekleşir; erkek ve dişinin deri ve damar sistemleri birbirleriyle kaynaşır ve erkek besini dişiden almaya (daha doğrusu çalmaya) başlar. Bir dişi balık 3-4 tane cüce erkeği sırtında taşır. Dişi yumurtalarını suya bırakır bırakmaz erkek de spermini salar. Yumurtalar döllendikten sonra erkeğin görevi sona ermiştir, erkek yavaş yavaş eriyerek yok olur.
S. Deligeorges, Recherche, Kasım 1995

Canlılaıda sıklıkla görülen ortak yaşam alışkanlığı da evrim teorisini tümüyle çürüten önemli delillerdir. Zira evrim teorisiö canlıların değişimler geçererek geliştiklerini savunur. Oysa Fenerbalığı gibi durumlarda, tek bir canlının değişim geçirmesi yeterli olmamaktadır. Aynı anda iki canlının da kendi görevlerine uygun olan değişimleri geçirmeleri, bunların aynı ortamda bulunmaları ve bu yeni fiziksel özelliklerini kullanmayı bilmeleri gerekmektedir.
Örneğin daha yavru iken dişlerini kaybeden bir Fenerbalığı erkeği bu aşamada ölecektir. Bu durumda dişi Fenerbalıkları da dölllenemeyecektir. Böylece daha ilk nesil sonunda Fenerbalıklarının nesli tükenecektir. Erkeklerin bir şekilde dişilere tutunmak için kıskaçlar geliştirmiş oldukları düşünülse bile, dişiye tutunmak erkeğin yaşamını devam ettirmesi için yeterli değildir. Erkek cildinin yüzeyinde kılcal damarlar oluşturabilmelidir. Ancak bu da yeterli olmaz. Aynı anda dişi de benzer kılcal damarlar oluşturabilmeli, bunlar birbiriyle kaynaşabilmeli, iki canlının metabolizmaları birbirini reddetmemeli ve erkek Fenerbalığı bu şekilde yaşamını sürdürebilmelidir.
Tüm bu değişikliklerin aynı anda aynı ortamda gerçekleşebilme ihtimalinin olmadığı açıktır. Kaldı ki iki balığın da bu özellikleri lehlerinde kullanabileceklerini idrak etmelerini ve nasıl kullanabileceklerini anlamalarını beklemek de akıl dışıdır.
Yanlızca bu Fenerbalığı örneğinde dahi açıkça görülmektedir ki, canlılar, sahip oldukları tüm özellikleri ile birbirlerine uyumlu olarak ve birlikte, tek bir Yaratıcı tarafından üstün bir akıl kullanılarak yaratılmışlardır. Bu Yaratıcı, Alemlerin Rabbi olan Allah’tır.

Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi sarıpkuşattığını bilipöğrenmeniz için. (Talak Suresi,12)

2 Ağustos 2007 Perşembe

Bukalemun

Bukalemunlar çok ağır hareket eden, ağaçlarda ve çalılar üzerinde yaşayan hayvanlardır. Derilerinde renk maddesi denilen "kromatoforlar" bulunur. Bu sayede bulundukları ortama renk uyumu sağlayarak düşmanlarından korunurlar. Bukalemunlarda sempatik sinir sisteminin salgısı ile pigmentlerin dağılması ve toplanması sağlanarak renk değişimi meydana gelir. Böylece çok ağır hareket eden bu hayvan bulunduğu ortamda fark edilmeden güvenli bir şekilde yaşamını sürdürebilir.
Bilim ve Teknik, Sayı 295, s.44
Bir canlının cildinin rengini değiştirebilmesi mucivevi bir davranış şeklidir. Ancak bunu yaparken üzerinde yürüdüğü zemini taklit etmesi, yani bir fotokopi makinesi gibi davranması bundan çok daha büyük bir mucizedir. Bukalemunun vücudunun alt tarafında bulunan hücreler altlarındakı zeminin rengini okuyarak bu bilgiyi sırtındaki hücrelere iletir. Sırtındaki hücreler ise son derece karmaşık bir biyokimyasal mekanizma sonucunda aynı rengi üretirler. Bu özelliği ile bukalemun biyolojik bir fotokopi makinesidir. Bukalemun bu sayede zemini birebir taklit ederek mükemmel bir kamuflaj sağlar.
Evrim teorisinin iddiasına göre bukalemun, bu özelliğini küçük değişimler sonucu uzun yıllar süresince kazanmış olmalıdır. Bu kadar karmaşık bir yapının tek bir parçasının bile eksik olması durumunda bir işe yaramayacağı aşıktır. Ancak son derece yavaş hareket eden bukalemun, kamuflaj özelliğinden mahrum olarak yaşamını sürdüremez. Böyle bir canlının çok kısa sürede nesli tükenecektir.
Sadece tek bir bukalemun dahi, canlıların eksiksiz ve mükemmel olarak Alemlerin Rabbi olan Allah tarafından yaratıldığının kanıtıdır.
2/164- Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.

1 Ağustos 2007 Çarşamba

Su Örümceği

Su örümceği bütün ömrünü su içinde geçirir. Su içinde yaşar, avlanır ve ürer. Buna rağmen bir su canlısı değildir. Yani sudaki oksijeni balıklar gibi alıp kullanamaz.
Suda yaşayabilmek için çok ilginç bir yönteme başvurur. Örümceğin su dışına çıktıktan sonra tekrar ani suya dalışlarında irili ufaklı hava kabarcıkları ayaklarına ve vücudunun çeşitli yerlerine asılı kalır. En çok hava kabarcığı da karnının altında kalır ki örümcek bunu su altında "hava çanı" olarak milyonlarca yıldan beri kullanmaktadır. Bu çan havayla dolduktan sonra böcek haftalarca su yüzeyine çıkmaz ve bu çanda depoladığı hava sayesinde su altında yaşar.
National Geographic, Mayıs 1972, s.694

Yeryüzünde yüzlerce, hatta binlerce örümcek çeşidi bulunmaktadır. Bunların birçoğu farklı av yöntemleri ile rızıklanmaktadırlar ve herbiri de bir kara hayvanı olarak yaşamlarını sürdürebilmektedirler. Bu şartlar altında bir örümcek türünü su altında yaşamaya zorlayacak hiç bir gerek bulunmamaktadır.
Evrim teorisi, canlıların bulundukları ortamı değiştirmeye zorlandıklarında zaman içinde bu yeni ortama adapte olabilecek şekilde değişikler geçirdiklerini iddia etmektedir. Mevcut tüm bilimsel kanıtlar bu iddiayı çürütmektedir. Ancak sadece bu örümcek örneğine bakıldığında bile bu iddianın ne derece akıl dışı olduğu anlaşılabilecektir. Zira bir örümceğin tüm yaşamını su altında geçirerek burada avlanması, beslenmesi, üremesi için ilk andan itibaren tüm donanımları ile birlikte yaratılmış olması gerekmektedir. Aksi takdirde suya girmeyi deneyecek ilk örümcek ıslanacak ve derhal balıklara yem olacaktır. Bu yetenekler bir örümceğin deneme yanılma yoluyla geliştirebileceği bir davranış şekli değildir. Kaldı ki bu örümcek türünün sahip olduğu sayısız fiziksel özellik de bu hayvanın bu çabaları esnasında tesadüfen kazanılamaz. Tek bir örümcek türü dahi göstermektedir ki, canlılar tüm özellikleri ile mükemmel ve eksiksiz olarak Alemlerin Rabbi olan Allah tarafından yaratılmışlardır.
2/29- Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O'dur. Sonra göğe yönelip (istiva edip) de onları yedi gök olarak düzenleyen O'dur. Ve O, herşeyi bilendir.